Her şehrin tarihi o şehrin sakinlerinin de
tarihidir. Yüzyıllar boyu bağrında nice sakinlerine kucak açan Üsküdar,
İstanbul'un fethinden neredeyse bir buçuk asır yıl evvel Türk egemenliğine
girmiş ve daha o çağlardan itibaren "kutlu bir diyar" olma yolunda hızla
ilerlemiştir. Tarihi yarımadanın karşısında, alabildiğine geniş bir İstanbul
peyzajına açılan müstesna konumuyla Üsküdar, Asya topraklarının başladığı bir
köprü başıdır. Antik çağlardan beri doğal dokusunun güzelliği sayesinde Ön
Asya-Avrupa arası ulaşım kolaylığı sağlayan Boğaziçi'nin açılım noktasında
bulunan Üsküdar, her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. Bu özel durum;
Üsküdar'ın sık aralıklarla istilâlara, farklı egemenlikler altında kalmasına yol
açmıştır. Üsküdar isminin nereden geldiği konusunda değişik kaynaklarda farklı
görüşler olsa da erken dönem eserlerde geçen Khrisopolis ve Skutarium
kelimelerinin "altın şehir" ve "kalkan şehir" anlamlarını vermesi; ayrıca dünya
haritacılığının ilk dönem örneklerinde de Latince "scutari" kelimesinin
kullanılmış bulunması Üsküdar ismini çağların içinden bugünlere getirir. Şehrin
ismi İngilizce'ye Latince'den aynen geçmiştir. Adı da tarihi kadar kadîm olan
Üsküdar, gelecek zamanlara doğru yürüyüşünü aynı eskimezlik içinde sürdürüyor.
Üsküdar'ın tarihine yakından baktığımızda M.Ö. 1000 yıllara
uzanan bir tarihçe buluruz. Erken dönem Üsküdar'ın oluşumu bölgede
Fenikelilerin, biri Kalhedon ( Kadıköy ), diğeri Moda Burnu'nda olmak üzere iki
liman kenti kurmaları ile başlar. O çağlarda Fenikeliler, şimdiki Salacak
Sahiline doğru uzanan sığlık kısma büyük taşlar doldurarak bir mendirek
oluştururlar ve ticaret iskeleleri ile tersanelerini Salacak çevresinde
kurarlar. Yaklaşık 300 yıl sonra ise, Akalar'ın yönetimi altına giren
Üsküdar'da, Anadolu'dan geçici olarak gelenlerin kalıcı iskânı yavaş yavaş
kendini göstermeye başlar. Pers egemenliğinden, Atinalılar hakimiyetine, Büyük
İskender'in eline geçmesinden, Roma egemenliğine, antik çağlar Üsküdar'ının
tarihi adeta saklı bir hazinenin her dönemde tekrar tekrar keşfedilmesinin
tarihidir. Bu keşiflerin en uzunu 458 sene ile Roma egemenliğinde geçen
devredir. M.S. 395'te Roma İmparatorluğu ikiye bölünür. Artık Üsküdar'da, Doğu
Roma İmparatorluğu yani Bizans dönemi başlamıştır. Bu dönemde Üsküdar, önemli
bir ticaret ve konaklama merkezi haline gelmiştir. Ancak bu durum Üsküdar'ın
cazibesini daha da arttırmıştır. Bunun sonucu Bizans'a paralel olarak değişik
tarihlerde İranlıların ve Arapların İstanbul'a dönük fetih çabalarında uğrak
yeri hep Üsküdar olmuştur. 609'da İran, 710'da Araplar, 782'de Abbasi Halifesi
Harun Reşid, 1102'de Haçlılar, 1147'de Fransa Kralı VII. Louis ile Alman
İmparatoru Konrad, 1203'de gene Haçlılar İstanbul kapılarına dayandıklarında
daima Üsküdar'dan geçmişlerdir. XI. yüzyıl Haçlı seferleri dönemi Üsküdar'ın en
müthiş yağma ve talana uğradığı dönemdir. II. Haçlı Seferi'nde şimdiki
Haydarpaşa - İbrahimağa - Ayrılık Çeşmesi arasındaki bölgede Fransa Kralı Louis
ile Alman İmparatoru Konrad'ın Komuta ettiği Haçlı ordularına karargâh vazifesi
gören Üsküdar, IV. Haçlı Seferi'nde Bizans İmparatoru'nun şimdiki Harem'de
bulunan yazlık sarayının yağma ve talana uğramasına sahne olmuştur. Üsküdar'da,
Haçlı seferleri sonucu yaşanan Latin egemenliği 1204'den 1261'e kadar 57 sene
devam etmiştir. Adı efsanelerle anıla gelen Seyyid Battal Gazi'nin İstanbul'u
Fetih amacıyla, Üsküdar civarında yedi sene İslâm orduları için öncü ve muhafız
kaldığı menakıbnâmelerde geçmektedir. Üsküdar'da kalıcı Türk izlerinin görülmesi
1071 Malazgirt Zaferi'nden sonraya tekabül eder. İznik'in fethinin ardından
yaklaşık 1078'de Üsküdar'da erken dönem Türk yerleşmeleri başlamıştır. Ancak bu
tarihlerdeki iskânlar tamamen sivil ve münferit yapıdadır. Osmanlı döneminde
Orhan Gazi zamanında Kocaeli Yarımadası, Büyük ve Küçük Çamlıca'dan Doğancılar'a
kadar uzanan bölge, Osmanlı Türkleri'nin egemenliği altına yaklaşık 1348'de
girmiş ve daha sonra Yıldırım Bayezid, Güzelcehisar'ı (Anadoluhisarı)
yaptırınca, Osmanlı padişahlarının Rumeli'ye geçişlerinde Üsküdar - Güzelcehisar
istikametini kullanmaları, askerî güvenlik ve ulaşım kolaylığı da sağladığından
adeta bir gelenek haline gelmiştir. 29 Mayıs 1453'te İstanbul'un
fethedilmesinden sonra Üsküdar hızla gelişme göstermiştir. Üsküdar daha önce
küçük bir Anadolu kasabası görünümünde iken İstanbul'un fethinden sonra bir
şehir dokusunu oluşturacak ilk nüveler kendini belli etmeye başlamıştır. Fatih
devrinde, Üsküdar adeta yeniden kurulmuştur. Salacak'ta kendi adıyla anılan bir
mescid yaptırmış ve Üsküdar'ın Osmanlı klasik şehir dokusuna uyan ilk mahallesi
ortaya çıkmıştır. Fatih, Anadolu'dan göçe tâbi kıldığı Türklerin bir kısmını
buralara yerleştirmiş, şimdiki İskele Meydanı'na da bir bedesten yaptırarak
ticaretin hızlı bir biçimde gelişmesini sağlamıştır. Üsküdar'ı bir gelin gibi
süsleyen, bu beldeyi her türlü yağma ve talandan koruyan, Türkmen mahalleleri
ile şenlendiren Büyük Fatih'in 3 Mayıs 1481'de Gebze civarındaki Sultan
Çayırı'nda vefatı Üsküdar tarihinde önemli bir olaydır. Üsküdar, Fatih'in
cenazesinin İstanbul'a geçişine ev sahipliği görevini derin bir üzüntü ve adeta
kurucusuna yaraşır bir gayret ile yerine getirmiştir. 16. yüzyıldan itibaren
Osmanlı Üsküdar'ı 91 cami ve mescit, 51 tekke, 12 hamam, 11 kervansaray, 2
imaret, 7 medrese, 260 çeşme, 5 büyük iskele, 2 darüşşifa, 2 menzilhane, tabhane,
sıbyan mektepleri, kütüphaneler, darülhadis, sebiller ve posta teşkilatı ile bir
çok padişah, sultan, paşa ve devlet adamlarının sarayları, yalı ve köşkleri ile
süslenmiştir. Bu hızlı gelişme Üsküdar'ın bir şehir dokusuna bürünmesinin
Osmanlı ile başladığını ispatlamaktadır. Üsküdar'ın her dönemde ayrıcalıklı bir
konumda bulunması sosyal hayatta da kendini göstermiş, şehrin Müslüman sakinleri
Üsküdar'ı bir Kâbe toprağı saymışlar, Museviler tarafından da Kuzguncuk bölgesi
Kudüs toprağı diye sıfatlandırılmıştır. Şehrin, Kâbe toprağı sayılmasının sonucu
hac yolculuğunun ilk durağı her dönemde Üsküdar olmuştur. Adına Sürre Alayları
denen ihtişamlı törenler, her hac döneminde tekrarlanarak bir gelenek halini
almıştır. Üsküdar, sosyal tarihimizde kimi ilklerin de şehridir. İlk posta
yolunun Üsküdar'dan Kartal'a kadar uzanan bir güzergâhta II. Mahmud döneminde
açılması ve bu açılışa bizzat II. Mahmud'un katılması, İstanbul deniz ulaşımında
ilk araba vapurunun yine Üsküdar'da hizmete girmesi, bilim tarihimizde farklı
bir yeri bulunan Üsküdar Matbaası'nın III. Selim zamanında Selimiye
Mahallesi'nde faaliyet göstermesi, Türk resminin başlangıç noktasını Üsküdar
yapacak kadar önem taşıyan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin kuruluşunun, dönemin
Üsküdar mutasarrıfının onayı ile Üsküdar'da gerçekleşmesi, hemen ilk elde
sayılabilecek hususlardır. M.Ö. 1000'lerden beri bilinen ve oturulan, Bizans'tan
kalan yegâne eser Kız Kulesi ile farklılaşan, Osmanlı devrinde bir oya gibi
itinayla işlenen ve güzelleşen, denize açılan ve hiçbirinin, diğerinin görme
hakkını engellemediği yalıları, cumbalı güzelim ahşap evlerin süslediği
sokaklarıyla, korularıyla, köşkleriyle, çarşıları ve hamamlarıyla, camileriyle,
kiliseleri ve sinagoguyla Üsküdar, adı kendisine en çok yakışan altın şehirdir.